Danıştay Yedinci Daire
Davacının beyanına dayanılarak tahakkuk ettirilen katma değer vergisinin tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrine karşı açılan davada, 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesine, 213 sayılı Kanun'un da 378. maddesinin 2. fıkrasına aykırı olarak yapılan yargılama sonucu verilen temyize konu kararda isabet bulunmamaktadır. İstemin Özeti: Davacı şirketin 1996 yılında aldığı kullanılmış malzemeleri hurda olarak beyan etmesi üzerine tahakkuk ettirilen katma değer vergisinin tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrini; 51 seri no.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği'nin 'Hurda Metal Alımlarında Sorumluluk Uygulaması' başlıklı II/B maddesinde, gerçek usule tabi mükelleflerden yapılacak hurda metal alımlarında teslim bedeli üzerinden hesaplanan katma değer vergisinin 2/3'ünün alıcı tarafından sorumlu sıfatıyla beyan edilmek üzere vergi tevkifatına tabi tutulacağı; 1/3'ünün ise, satıcıya ödeneceği; 30.03.1996 tarih ve 22596 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan ve yukarıda bahsedilen Genel Tebliğin söz konusu bölümüyle ilgili açıklamaları içeren 53 seri no.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği'nin 'Hurda Metal Alımlarında Tevkifat Uygulaması' başlıklı A2 maddesinde, hurda kavramına, metal kırpıntılar, metal talaşları, mamul veya yarı mamul madde üreten imalathane ya da fabrikalardan çıkan standart dışı metal ham maddeler, hadde bozukları ve benzerlerinin dahil olduğunun, tamir veya bakımdan sonra aynı amaçla kullanılması mümkün olan kullanılmış metal eşya teslimlerinde tevkifat uygulanmayacağının belirtildiği; olayda, davacı şirket tarafından uyuşmazlık döneminde iki fatura ile alınan alüminyum dorse çevresi, kampana, forya, bilya vb. emtiaların hurda gibi kabul edilip, vergi tevkifatına tabi tutulmak suretiyle beyan edildiği; ancak, daha sonra yayımlanan 53 seri no.lu Genel Tebliğ uyarınca söz konusu malzemelerin hurda olmadığı kanaatine varılarak tevkifat uygulamasından vazgeçildiğinin ve faturalardaki katma değer vergilerinin tamamının satıcıya ödendiğinin anlaşıldığı; 53 seri no.lu Genel Tebliğ'de yapılan açıklamalar karşısında, yükümlü şirketin aldığı malzemeler hurda niteliğinde olmadığından vergi tevkifatının uygulanamayacağı; dolayısıyla, vergi tevkifatı yapma, beyan etme ve ödeme sorumluluğu bulunmayan davacı hakkında konuyla ilgili olarak yapılan düzenlemenin yanlış yorumlanması sonucu verilen beyanname gerekçe gösterilerek ödeme emri düzenlenmesinde hukuki isabet görülmediği gerekçesiyle iptal eden (...) Vergi Mahkemesi kararını onayan Danıştay Onbirinci Dairesi kararının davacı tarafından yapılan beyana dayalı olarak tahakkuk eden vergilerin tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinde hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek düzeltilmesi istenilmektedir. Karar: Temyiz başvurusu; davacı şirketin 1996 yılında aldığı kullanılmış malzemeleri hurda olarak nitelendirmek suretiyle vermiş olduğu beyanname üzerinden tahakkuk ettirilen katma değer vergisinin tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrini iptal eden mahkeme kararının bozulması istemine ilişkindir. Olayda, davacı şirketin 1996 yılında almış olduğu kullanılmış malzemeleri hurda olarak nitelendirmek suretiyle 51 seri no.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği uyarınca alımlarının teslim bedeli üzerinde hesaplanan katma değer vergisinin 2/3'ünü tevkifata tabi tutarak beyan ettiği; daha sonra, 53 seri no.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği'nin A2 maddesinde yer alan açıklamalar karşısında tevkifattan vazgeçerek tevkif edilen vergileri satıcıya ödediği; dava konusu ödeme emrinin ise, davacı tarafından verilen beyanname üzerinde tahakkuk ettirilen vergilerin tahsili amacıyla düzenlendiği anlaşılmıştır. Buna göre; beyan üzerine tahakkuk ettirilmesi sebebiyle, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 378. maddesinin 2. fıkrasında, mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları; bu Kanun'un vergi hatalarına ait hükümlerinin mahfuz olduğu yolundaki hükmü uyarınca, ancak anılan Kanun'un 124. maddesinde öngörülen düzeltme ve şikayet başvurularına konu edilmesi olanaklı bulunan verginin, vadesinde ödenmemesi sebebiyle tahsili için ödeme emri düzenlenmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Öte yandan; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 55. maddesinde, kamu alacağını vadesinde ödemeyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları gereğinin bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı; 58. maddesinde de, kendisine ödeme emri tebliğ olunan kişinin, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zaman aşımına uğradığı iddialarıyla tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde idari dava açabileceği açıklanmış bulunmaktadır. Bu maddelerde sözü edilen ödeme emri; konu edindiği kamu alacağını yaratan işlemden ayrı ve bağımsız bir idari işlemdir. Kuşkusuz, ödeme emri düzenlenmesinin sebeplerinden ilki, vadesinde ödenmeyen kamu alacağını yaratan bu işlemdir. Bu işlem olmadan kamu alacağı hukuken doğamayacağından, ödeme emri düzenlenmesi de söz konusu olamayacaktır. Başka anlatımla; ilki ikincisinin maddi sebebi olan bir ayrılabilir işlemler zinciri söz konusudur. Bu işlemler zincirinin, kamu alacağının hukuken doğduğu, yani tahakkuk ettiği tarihten tahsiline kadar uzaması; örneğin, ödeme emrinin tebliğ edilerek ödeme süresi geçmesine karşın, ödenmeme eyleminin sürmesi halinde, önce haciz, daha sonra da satış işlemi yapılması olasıdır. Bu işlemler zincirinin ayrı bir halkasını oluşturan her işlemde mevcut hukuka aykırılıklar, yalnızca o işlemi hukuka aykırı kılabilecek ve yalnızca o işlemin iptali istemiyle açılacak idari davada ileri sürülmesi halinde idari yargı tarafından dikkate alınabilecek niteliktedir. Şayet, içerdiği hukuka aykırılıklara karşın, bu işlemlerden birisi dava konusu edilmeyecek olursa, idari dava açma süresinin geçmesiyle hukuka uygunluk karinesinden yararlanmaya başlayan bu işlemin, zincirin sonraki halkasını oluşturan işleme karşı açılacak idari davada hukuka uygunluk denetimine tabi tutulması, anılan karine ile korunan kamu düzeninin ihlali sonucunu yaratır. İdari dava açma süresinin sonuncu gününü izleyen tarihten itibaren, içerdiği tüm hukuka aykırılıklara karşın, işlem hukuka uygun kabul edilip, zincirin sonraki halkasını oluşturan işleme dayanak alınabilir. Başka deyişle; işlemler zincirine dahil bir işlemdeki hukuka aykırılığın, işlemin bu nedenle idari yargı yerince iptal edilmiş olması hali dışında, bu işleme dayanılarak yapılan kendisinden ayrılabilir nitelikteki sonraki işlemi hukuka aykırı kılması söz konusu olamaz. Bu nedenle; kamu alacağının tahakkukuna ilişkin işlemde olabilecek hukuka aykırılıkların ödeme emrine karşı açılan davada 'borcum yoktur' iddiası kapsamında değerlendirilmesi olanaklı değildir. Bu bakımdan; davacının beyanına dayanılarak tahakkuk ettirilen katma değer vergisinin tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrine karşı açılan davada, 6183 sayılı Kanun'un 58. maddesine, 213 sayılı Kanun'un da 378. maddesinin 2. fıkrasına aykırı olarak yapılan yargılama sonucu verilen temyize konu kararda isabet bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının bozulmasına, bozma kararı üzerine mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm tesisine gerek bulunmadığına, oybirliğiyle karar verildi.