Dairesi
VUK'un 112. maddesi uyarınca faize hükmedilebilmesi için vergi hatasının düzeltilmesi hususunda idareye başvuruda bulunulması gerekir.
Karar No
1999/4113
Esas No
1999/1192
Karar Tarihi
13-12-1999

Danıştay Yedinci Daire

VUK'un 112. maddesi uyarınca faize hükmedilebilmesi için vergi hatasının düzeltilmesi hususunda idareye başvuruda bulunulması gerekir. İstemin Özeti: Davacı tarafından satın alınan otomobile ilişkin olarak tahsil edilen ek taşıt alım vergisinin terkini ile yasal faize hükmedilmesi istemiyle açılan davayı; 1318 sayılı Finansman Kanunu'na 3418 sayılı Yasa ile eklenen ve 31.3.1988 tarihinde yürürlüğe giren Geçici 2. maddeyle, bu yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 10 yıl süre ile geçerli olmak üzere, otomobillerin ilk iktisabının ek taşıt alım vergisine tabi olduğunun hükme bağlandığı 31.3.1998 tarihinde yürürlük süresi dolan maddenin süresinin 1998 Mali Yılı Bütçe Kanunu'nun 70. maddesi ile 31.12.1998 tarihine kadar uzatıldığı, ancak Bütçe Kanunu'nun anılan hükmünün Anayasa Mahkemesince iptal edildiği, her ne kadar 29.7.1998 tarihinde yürürlüğe giren 4369 sayılı Yasa ile Finansman Kanunu'nun Geçici 2. maddesinde yer alan 10 yıllık süre 15 yıl olarak değiştirilmiş ise de, bu hükmün 24.6.1998 tarihinde satın alınanan otomobile uygulanamayacağı, bu itibarla Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen kanun hükmüne dayalı olarak tahsil edilen ek taşıt alım vergisinde isabet bulunmadığı, öte yandan, davacıdan haksız olarak alınan verginin, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 112. maddesine 4369 sayılı Kanunla eklenen ve 1.1.1999 tarihinde yürürlüğe giren fıkra hükmü uyarınca 1.1.1999 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte iadesi icap ettiği gerekçesiyle kabul edere, tahsil edilen ek taşıt alım vergisinin terkinine ve yasal faiz ödenmesine hükmeden (...) Vergi Mahkemesinin 24.2.1999 gün ve E: 1998/313; K: 1999/35 sayılı kararının; Anayasa Mahkemesinin iptal kararının geriye yürümeyeceği, ek taşıt alım vergisinin tahsil edildiği tarihte faiz ödeneceğine dair yasal bir düzenleme bulunmadığı ve yersiz olarak tahsil edilen vergilere faiz ödenmesine ilişkin 112. maddede yer alan koşulların, olayda gerçekleşmediği ileri sürülerek bozulması istenilmektedir. Karar: Uyuşmazlık, 1318 sayılı Finansman Kanunu'nun Geçici 2. maddesi uyarınca 31.3.1998 tarihinde sona eren ek taşıt alım vergisi uygulamasının, 4316 sayılı 1998 Mali Yılı Bütçe Kanunu ile 31.12.1998 tarihine kadar uzatıldığından bahisle, 31.3.1998 tarihinden sonra satın alınan araca ilişkin olarak ek taşıt alım vergisi tahsil edilmesinden doğmuş bulunmaktadır. Ek taşıt alım vergisi uygulamasına, 1318 sayılı Finansman Kanun'una, 31.3.1988 tarihinde yayımlanıp, aynı tarihte yürürlüğe giren 3418 sayılı Kanun'un 22. maddesiyle eklenen Geçici 2. madde ile on yıl süre ile geçerli olmak üzere başlanmış olup, 31.3.1998 tarihinde sona eren bu süre, 1998 Mali Yılı Bütçe Kanunu'nun 70. maddesi ile 31.12.1998 tarihine kadar uzatılmıştır. Daha sonra 29.7.1998 tarihinde yürürlüğe giren 4369 sayılı Kanun'un 85. maddesiyle de, 1318 sayılı Kanun'un Geçici 2. maddesinde öngörülen '10 yıl' ibaresi '15 yıl' olarak değiştirilmek suretiyle, bu uygulamanın 31.3.2003 yılına kadar devamı öngörülmüştür. Dairemizin E: 1998/3690 sayılı dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesinden; ek taşıt alım vergisi uygulamasının 1998 Mali Yılı Bütçe Kanunu'nun 70. maddesi ile uzatıldığı dönemde satın alınan araçlara ilişkin olarak ek taşıt alım vergisi tahsil edilmesi üzerine açılan davalarda ileri sürülen Anayasaya aykırılık iddiasının (...) Vergi Mahkemesince ciddi bulunması üzerine, itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulduğu; Anayasa Mahkemesinin, 7.10.1998 gün ve E: 1998/29; K: 1998/60 sayılı kararı ile söz konusu hükmün Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmesi nedeniyle mahkemece, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı doğrultusunda karar verildiği anlaşılmaktadır. Davalı idarece, Anayasanın 153. maddesi hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümeyeceği, bu itibarla olaya uygulanamayacağı ileri sürülmekte ise de; Anayasanın itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine başvurulması halini düzenleyen 152. maddesinin 1. fıkrasında, bir davaya bakmakta olan mahkemenin, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararname hükümlerini Anayasaya aykırı görmesi veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karar kadar davayı geri bırakacağı; 3. fıkrasında da, Anayasa Mahkemesinin, işin gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verip, açıklayacağı; bu süre içinde karar verilmezse, mahkemenin, davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandıracağı; ancak, Anayasa Mahkemesi kararının, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelmesi halinde, mahkemenin buna uymak zorunda olduğu hükme bağlanmış; bu suretle, Anayasaya aykırılığı 'ciddi' görülen ve kişilerin sübjektif hakları üzerinde olumsuz bir etki yapan kanun veya kanun hükmünde kararname hükmünün, davanın taraflarına uygulanmasının, Anayasa Mahkemesi kararına kadar durması ve kişilerin bu yolla (Anayasanın üstünlüğü kuralının doğal bir sonucu olarak) Anayasaya aykırı bir hükmün uygulanmasından, Anayasanın himayesi altına alınması sağlanmıştır. Her ne kadar, Anayasa'nın 153. maddesinin 3. fıkrasında, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü ya da bunların hükümlerinin, iptal kararlarının Resmi Gazete'de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkacağı, gereken hallerde Anayasa Mahkemesi'nin iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabileceği; 5. fıkrasında ise, iptal kararlarının geriye yürümeyeceği hükme bağlanmışsa da; Anayasa Mahkemesince bir Kanun'un veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün veya belirli hükümlerinin Anayasaya aykırı bulunarak iptal edildiği bilinmesine rağmen, görülmekte olan davaların, Anayasaya aykırılığı saptanmış olan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesinin, Anayasanın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceğini kabul etmek gerekir. Zira, Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümezliğine ilişkin kural iptal edilen hükümlere göre kazanılmış olan hakların ortadan kaldırılmasına veya toplum huzurunun bozulmasına yol açacak sonuçların önlenmesi amacıyla kabul edilmiş olup, bu kuralın mutlak anlamda uygulanması durumunda, Anayasanın yukarıda anılan 152. maddesinde düzenlenmiş olan 'Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi' (itiraz) yolunun, hukuk ve uygulama yönünden sonuçsuz kalacağı açıktır. Nitekim; aynı maddenin 3. fıkrasında yer alan, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.' yolundaki kural da Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararlarının, bu karardan önce açılmış ve bakılmakta olan davalarda uygulanması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bundan dolayı, söz konusu iddia mahkeme kararının, ek taşıt alım vergisine yönelik hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir. Mahkeme kararının yasal faiz ile ilgili hüküm fıkrasına gelince; dava konusu ek taşıt alım vergisinin tahsil edildiği 24.6.1998 tarihinde, gerek vergi kanunlarında, gerekse Vergi Usul Kanunu'nda, Danıştay veya vergi mahkemeleri tarafından yükümlülere iadesine karar verilen vergilere yükümlü lehine kanuni faiz uygulanacağına dair herhangi bir yasal düzenlemeye yer verilmemiştir. Borçlar Kanunu'nun 103. ve sonraki maddeleriyle Türk Ticaret Kanunu'nda yer alan geri alma (istirdat) davalarıyla,, sair alacak davalarında kanuni faize de hükmolunmasını öngören hükümlerin, kamu hukuku alanında yer alan vergilere uygulanma olanağı yoktur. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28. maddesinin 6. fıkrasında yer alan tazminat ve vergi davalarında kararı idareye tebliğinden itibaren infazın gecikmesi sebebiyle, idarece kanuni gecikme faizi ödeneceğine ilişkin hüküm ise, davadan sonraki safhaya ilişkindir. Bu itibarla, niteliği gereği bir alacak davası olmayıp, bir idari işlemin iptali istemine yönelik davada, kanuni gecikme faizinin uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Öte yandan, Vergi Mahkemesi kararında hükmedilen yasal faizin dayanağı olarak gösterilen Vergi Usul Kanunu'nun 112. maddesine 4369 sayılı Yasa'yla eklenen fıkrada yer alan 'fazla veya yersiz olarak tahsil edilen veya vergi kanunları uyarınca iadesi gereken vergilerin, ilgili mevzuatı gereğince mükellef tarafından tamamlanması gereken bilgi ve belgelerin tamamlandığı tarihi takip eden üç ay içinde iade edilmemesi halinde, bu tutarla üç aylık sürenin sonundan itibaren düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre için aynı dönemde 6183 sayılı Kanuna göre belirlenen tecil faizi oranında hesaplanan faiz, 120. madde hükümlerine göre ret ve iadesi gereken vergi ile birlikte mükellefe ödenir.' hükmü uyarınca faize hükmedilebilmesi için, ya idarece re'sen düzeltme yapılması veya mükellefler tarafından, vergi hatasının düzeltilmesi için idareye bir başvuruda bulunulmuş, ancak idarece düzeltilme yapılmamış olması gerekmektedir. Olayda ise bu tür bir başvuru söz konusu olmadığından, bu hükmün uygulanması imkanı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kısmen kabulüne; mahkeme kararının vergi aslına ilişkin hüküm fıkrasının onanmasına, yasal faize ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, bozma kararı üzerine mahkemece yeniden verilecek kararla birlikte yargılama giderleri de hüküm altına alınacağından, bu hususta ayrıca hüküm tesisine gerek bulunmadığına, vergi aslı yönünden esasta ve gerekçede oybirliği; yasal faiz yönünden ise esasta oybirliği, gerekçede oyçokluğu ile karar verildi.(*) (*) Ayrışık Oy: Dosyada; 3418 sayılı Kanuna göre ödenen ek taşıt alım vergisinin ödeme tarihinden itibaren hesaplanacak faiziyle birlikte geri verilmesi istemiyle açılan ve bu haliyle tam yargı davacısı niteliğinde bulunan davada, istemin kabulü yönünde verilen Vergi Mahkemesi kararının faize ilişkin hüküm fıkrasının bozulması istenilmektedir. Mevzuatımızda; devletin vergi alacaklarının yasalarda belirtilen süreler içerisinde ödenmemesi durumunda, mükellefleri tarafından ödeme tarihine kadar hesaplanacak iki tür faizin asıl borca ek olarak ödenmesi öngörülmüştür. Bu iki tür faizin ilki; Vergi Usul Kanunu'nun 112. maddesinde düzenlenen gecikme faizi; diğeri de, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51. maddesinde öngörülen gecikme zammıdır. Oranları aynı olan bu iki tür faizin nitelik ve amaçları da aynıdır. Bu amaç; 26 Aralık 1988 gün ve 20031 sayılı Resmi Gazetede'de yayımlanan 27.8.1988 gün ve E: 1988/7; K: 1988/27 sayılı Anayasa Mahkemesi kararında, vergisini ödemek yerine, bu parayı kendi işlerinin finansmanında kullanan veya başkasına ödünç veren ya da mevduat olarak bankaya yatıran yükümlünün, enflasyon oranı üzerinde veya en azından bu orana eşit sağladığı yararın sahibi olan devlete geri verilmesi olarak tanımlanmıştır. Görüldüğü üzere; Anayasa Mahkemesi, gecikme faizinin devletin idare edilenlerden alacağı vergiyi zamanında alamaması sebebiyle mahrum kaldığı yarar olarak kabul etmektedir. Yine, aynı Anayasa Mahkemesi kararında yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, devletin mahrum kaldığı bu yarar; biri enflasyon sebebiyle paranın değerinden oluşacak azalmayı giderme olanağı; diğeri de, paranın neması olmak üzere iki unsurdan oluşmaktadır. Gecikme faizinin oranının, her yıl, Bakanlar Kurulunca yeniden saptanmasının nedeni de budur. Özet olarak söylemek gerekirse; vergi alacağını yükümlülerin hukuka aykırı davranışları sebebiyle zamanında alamayan devlet, asıl vergi alacağı dışında, biri , değer kaybı; diğeri de, paranın sağlayacağı gelir olmak üzere iki tür zarara uğramaktadır. Yasalarda öngörülen gecikme faizi ve gecikme zammı, devletin bu zararını gidermek amacına yöneliktir. Bu iki tür zarar, kendisinden hukuka aykırı biçimde vergi alınan idare edilenler için de, aynen söz konusudur. Her ne kadar, idare edilenlerin bu zararlarını karşılayacak, VUK'un 112. 6183 sayılı Kanunun 51. maddesindeki düzenlemelere benzer, bir yasa hükmü mevcut değilse de; 'İdari Rejimi' kabul eden hukuk sistemlerinde idarenin hukuka aykırı davranışlarından dolayı idare edilenlerin uğrayacakları bu tür zararların tazminat yoluyla giderilmesi, hukuk devleti ilkesinin zorunlu gereğidir. Bunun için ayrıca bir yasal düzenlemeye ihtiyaç yoktur. İdari yargının varlık nedenlerinden biri, idare edilenlerin idari işlem ve eylemlerden doğan zararlarını kendi iradeleriyle gidermeyen idari birimler aleyhine açılacak tazminat davalarının çözümüne kavuşturulmasıdır. İdari yargı, bu çözüm sırasında, kararını, sorumluluk hukukunun kendi ilkeleri dışındaki bir kaynağa, örneğin, bir yasa hükmüne dayandırmak zorunda değildir. Bununla birlikte; olayda, davacının enflasyon sebebiyle zararı, davalı idarece kanun hükümlerinin hatalı uygulanmasından değil, kanun koyucunun yapmış olduğu yasal düzenlemeden kaynaklanmış bulunduğundan; tazminat olarak faiz hükmedilmesinde bu bakımdan isabet görülmemiştir. Bu nedenle, mahkeme kararının anılan hüküm fıkrasının açıklanan gerekçe ile bozulması gerektiği oyu ile kararın gerekçesine karşıyız. Maliye Bakanlığı Özelgesi Tarih : 23.02.2001 Sayı : B.07.0.GEL.0.51/5102360/11284 Vakıf üyelerine borç para verme sonucu elde edilen gelirlerden dolayı vakfa ait bir iktisadi işletme oluşup oluşmayacağı hk (***).

 
Ücretsiz üyelik
Şifremi Unuttum
USD
Euro
Üfe & Tüfe Oranlarını görmek için aşağıdaki excel ikonuna tıklayınız.

*Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileridir.​

ÜFE & TÜFE
Endeks Arşivi

Excel Dokümanı
     
  Copyright ® 2013 Esenlik Yeminli Mali Müşavirlik Ltd. Şti. Web Tasarımı