Danıştay Dördüncü Daire
Tasfiye nedeniyle şirketten tahsil edilemeyen vergiler, şirket yönetiminden sorumlu olanlardan alınabilir. Ancak, gecikme faizine ilişkin kısmı tahsil edilemez. Ödeme Güçlüğü içinde Bulunan Bankerlerin işlemleri Hakkında 2578 Sayılı Yetki Kanununa dayanılarak yayınlanan 35 Sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile ekleri olan diğer Kanun Hükmündeki Kararname hükümleri uyarınca tasfiye olunan A.Ş. adına, tasfiyenin kapatılmasından sonra inceleme raporlama istinaden tarh edilip kesinleşen ilgili dönem gelir (stopaj) vergisi ve buna ilişkin olarak hesaplanan gecikme faizi için anonim şirketin eski yönetim kurulu başkanı olan davacı adına Vergi Usul Kanunu'nun 10. maddesine göre ödeme emri tebliğ edilmiştir. Vergi Mahkemesi kararıyla, 35 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname hükmüne göre, tasfiyeye tabi tutulan bankerlerin faaliyetleriyle ilgili vergi, resim, harçlar hakkında icra iflas Kanunu'nun 206. maddesinde düzenlenen sıranın uygulanma olanağı yok ise de, bu durumun şirketin yönetim kurulu başkan ve üyelerinin Vergi Usul Kanunu'nun 10. maddesinde yazılı sorumluluklarım kaldırmıyacağı, bu bakımdan olayda şirketin ödenmeyen vergi borçlarından dolayı ödeme emri tebliğinde yasaya aykırılık bulunmadığı, ancak gerek 35 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ve gerekse Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca anılan vergilere gecikme faizi uygulanamayacağı gerekçesiyle ödeme emrinin vergi aslına ilişkin kısmım onayıp, gecikme faizine ilişkin kısminin iptaline karar vermiştir. Vergi Dairesi Müdürlüğü, inceleme raporlama dayanılarak salınan ve kesinleşen vergiler için 1.1.1986 tarihinden itibaren gecikme faizi hesaplanmasının yasaya uygun olduğu iddiasıyla anılan kararın gecikme faizine ilişkin kısminin, yükümlü ise 35 sayılı Kanun hükmündeki karar ile özel bir tasfiye usulü getirildiği ve dolayısıyla olaydaki vergi kararından yönetim kurulu başkan ve üyelerinin sorumlu tutulamayacağım öne sürerek kararın vergiye ilişkin kısminin bozulmasın! istemektedir. Vergi Dairesi Müdürlüğü'nce temyiz dilekçesinde ileri sürülen sebepler, mahkeme kararının dayandığı gerekçeler karşısında gecikme faizi ile ilgili hüküm fıkrasının bozulmasını sağlayacak nitelikte görülmemiştir. Yükümlünün temyiz istemine gelince; Bankerlik faaliyetinde bulunan yükümlü şirketin tasfiyesinin icra ve iflas Kanunu'nun hükümlerine göre değil, ödeme güçlüğü içinde bulunan bankerlerin işlemleri hakkında 2578 sayılı Kanuna dayanılarak çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerde yer alan hükümlere göre ticaret mahkemesinin karan üzerine yapıldığı dosyanın incelenmesinden anlaşılmıştır. Ancak bu durum, şirket yöneticilerinin 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 10. maddesinin son fıkrası hükmü karşısında, bu maddede öngörülen esas ve usullere göre sorumluluklarım kaldıran bir sebep olarak görülemez. Şirketin tasfiyesinden sonra kalan bir kısım varlığının bulunması ve bunun Tasarrufları Koruma Fonu'na intikal etmiş olması da, bu miktarın şirketin vergi borçları toplamının çok altında kaldığından sonucu etkileyeceği düşünülemez. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 10. maddesinde, tüzel kişilerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri tarafından yerine getirileceği, yukarıda yazılı olanların bu ödevleri kasıt ve ihmalleriyle yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi alacaklarının kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı, temsilciler veya teşekkülü idare edenlerin bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükellefe rücu edecekleri belirtilmiştir. Bu maddeye göre, sorumlu tutulabilmeleri için kanuni temsilcilerin tüzel kişiliğinin vergi borcunun ödenmemesinde ihmali ve kasdi hareketlerinin bulunması, bu nedenle vergi alacağının tahsilinin imkansız hale gelmesi durumları arasında nedensellik bağı bulunması ve temsilcilerin görevde bulundukları sırada vergi borcunun tüzel kişi adına ödeme. görev ve iktidarında bulunması gerekir. inceleme raporunda, şirkete ait vergi borcunun tamamında tahakkuk ettirilerek ödenmemiş olmasında davacının ihmal ve kasdi bulunduğu tesbit olunmamış ve temsilci sıfatıyla bu konuda görevli olduğu da saptanmamıştır. Ayrıca şirket, menkul kıymet alım satımında bulunmak üzere kurulmuş ve faaliyette bulunmuştur. Şirketten menkul kıymet satın alanlara şirketçe sağlanan bir kısım yararların mevduat faizi niteliğinde olup olmadığı hususu tartışma götürür bir konu olarak ortada kalmıştır. Şirketin faaliyette bulunduğu dönemde, idare de bu konuda kararlı davranmamış, menkul değerlerin alım satımı ile iştigal eden kuruluşların faaliyetlerinin niteliği bilinmesine rağmen, işlemlerinin incelenmesi ve faaliyetin gerçek niteliğinin saptanması ve sonucuna göre işlem tesisi yoluna gitmemiştir. Şirketin menkul kıymet satın alanlara sağladığı ek yararın mevduat faizi niteliği taşıdığı, ancak şirketin tasfiyesine başlandıktan, hatta alacaklılar listesi düzenlenip kesinleştikten sonra yapılan inceleme ile tesbit edilerek bu alacaklar, Tasfiye Kurulu Başkanlığınca tebliğ edilebilmiş, açılan davaların bir bölümünde Vergi Mahkemelerince tasfiye halindeki şirket lehine kararlar verilmişse de sonuçta bu vergilerin tümü Danıştay'ca tasdik edilmiştir. Bu davada Vergi Usul Kanunu'nun 10. maddesi uyarınca davacıdan aranan, tasfiye nedeniyle şirketten tahsil edilemeyen bu vergilerdir. Vergilemeye neden olan olayın niteliği ve açıklanan gelişimi karşısında, tasfiye kararından önce şirket yönetiminden sorumlu olanların, vergi ile ilgili görevlerim kasıt ve ihmalleri nedeniyle yerine getirmediklerinden söz etmek mümkün değildir. Bu durumda Mahkeme karanmn, amme alacağının ödenmemesinde kasıt ve ihmali bulunmadığı anlaşılan davacı adına tanzim ve tebliğ edilen ödeme emrinin vergiye ilişkin kısmım onayan hüküm fıkrasında isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, Vergi Dairesi temyiz isteminin reddine, yükümlü temyiz isteminin kabulüne vergi mahkemesi kararının vergi aslına ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına oybirliğiyle karar verildi.