|
Dairesi
Ortaklarca işletmeden çekilerek şahsi servete katılan taşınmazların, takdir esasına göre, emsal bedelinin tayini gereklidir.
|
|
Karar No
1991/536
|
|
Esas No
1990/3504
|
|
Karar Tarihi
13-02-1991
|
|
|
Danıştay Dördüncü Daire
Ortaklarca işletmeden çekilerek şahsi servete katılan taşınmazların, takdir esasına göre, emsal bedelinin tayini gereklidir. Uyuşmazlık adi ortaklığın arsa karşılığı yapmış olduğu binadan anlaşmaya göre payına düşen dört bağımsız bölümün bir tanesinin satılıp üç tanesinin de ortaklarca işletmeden çekilerek şahsi servetlerine katmaları nedeniyle söz konusu taşınmazların maliyet bedeliyle mi, yoksa emsal bedeliyle mi değerlendirileceğinin saptanmasına ilişkin bulunmaktadır. Ortaklığın satışım yaptığı bağımsız bölümle ilgili matrah kalemine yönelik olarak ileri sürülen iddialar, bozulması istenilen kararın dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak durumda görülmemiştir. Diğer iddialara gelince; 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 38. maddesinde; bilanço esasına göre ticari kazanç teşebbüsündeki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki olurri lu fark olup, bu dönem zarfında sahip veya sahiplerince işletmeden çekilen değerlerin bu farka ekleneceği, aynı Yasanın 41. maddesinin 1. bendinde ise teşebbüs sahibinin işletmeden çektiği paralar ile aynen aldıkları sair değerlerin gider olarak indirilemiyeceği, aynen alınan bu değerlerin emsal bedeli ile değerlenerek teşebbüs sahibinin çektiklerine ilave olunacağı belirtilmiştir. Diğer taraftan 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 267. maddesinde ise emsal bedel gerçek bedeli belli olmayan veya bilinmeyen veyahut doğru olarak saptanamayan bir malın değerleme gününde satılması halinde, emsaline nazaran haiz olacağı değer olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlama ile emsal bedele, rayiç değere eş bir değer verildiği açıktır. Bu nedenle taşınmazların değerlenmesinde 267. maddenin 1. ve 2. bent hükümlerinde yer alan ortalama fiyat esası ile maliyet bedelinin esas alınmasına olanak bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Anılan madde hükmünden anlaşılacağı üzere, emsal bedel, malın satış bedeli yerine geçecek bir ölçü niteliğinde olup, malın maliyet bedeli veya iptidai maddelerin değerlerinin, doğrudan emsal bedeli olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır. Ayrıca takdir esasına göre emsal saptanırken emsal bedelinin bir satış bedeli olduğu düşünülerek takdirde kullanılacak donelerin gerçek satış fiyatının tespitine yönelik bulunması gerekmektedir. Hal böyle olunca ortaklarca işletmeden çekilen ve şahsi servete katılan taşınmazların Vergi Usul Kanunu’nun 267. maddesinin 3. bendinde yer alan takdir esasına göre değerlendirilmesi yasa gereği olup, mahkemece maliyet esası alınmak suretiyle yapılan değerleme yerinde olmadığı gibi, Takdir Komisyonu’nca da hiçbir araştırma ve incelemeye dayanmayan soyut ifadelerle yapılan değer takdirinde de isabet bulunmamaktadır. Bu durumda, ortakların işletmeden çektiği bağımsız bölümlerin komisyonca takdir edilen değerlerinin dayanaksız olduğu sabit olup, işletmeden çekiliş tarihine göre yapı özelliği de gözönünde tutularak emsal araştırması yapılması suretiyle değer tespiti yapıldıktan sonra karar verilmesi gerekirken, Vergi Mahkemesince doğrudan maliyet esası kabul edilmek suretiyle verilen kararda anılan yasa hükmüne uyarlık görülmemiştir. Bu nedenlerle Vergi Dairesi temyizinin kısmen kabulü ile yukarıda açıklanan hususlar hakkında yapılacak inceleme sonucuna göre yeniden bir karar verilmek üzere Vergi Mahkemesi karannın bozulmasına oybirliğiyle karar verildi.
|
|