T.C.
DANIŞTAY
İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU
? DEVLET MEMURUNUN ERTELENMİŞ MAHKUMİYET KARARI ( Göreve Son Verilememesi )
? MAHKUMİYET KARARININ ERTELENMESİ ( Devlet Memuruna Verilen Mahkumiyet Kararının Ertelenmesi - Göreve Devam Edilmesi )
ÖZET : Ertelenmiş bulunan mahkumiyet nedeniyle devlet memurları yasası uyarınca devlet memurunun görevine son verilemeyeceği hakkında.
Danıştay 2. Mürettep Dairesinin 26.5.1981 gün ve E:1980/6091, K:1981/2407 sayılı, Danıştay Beşinci Dairesinin 8.2.1985 gün ve E:1982/6059, K:1985/297 sayılı kararları ile gene Danıştay Beşinci Dairesinin 20.4.1989 gün ve E:1987/2477, K:1989/698 sayılı 3.5.1989 gün ve E:1988/1903, K 1989/777 sayılı kararları arasında görülen aykırılığın, içtihatların birleştirilmesi yoluyla giderilmesinin Milli Eğitim Bakanlığınca istenmesi üzerine, isteme konu olan kararlar ile ilgili mevzuat incelendikten ve raportör üyenin açıklamaları ile Danıştay Başsavcısının düşüncesi dinlendikten sonra gereği görüşüldü:
İlgili Kararlar:
A ) 1- Danıştay 2. Mürettep Dairesinin 26.5.1981 gün ve E:1980/6091 K:1981/2407 sayılı Kararı ile, Milli Eğitim Bakanlığında memur olan davacının, tecil edilmiş bulunan 1 yıl hapis, 500 TL. ağır para cezası ile mahkumiyeti nedeniyle görevine son verilmesi işlemine karşı açtığı dava, 657 sayılı Yasanın 48. maddesinin A-5 bendinde mutlak olarak hükümlü bulunmama şartının konduğu; cezanın tecili halinde mahkumiyetin ortadan kalkmış sayılacağı yolunda bir ayrım yapılmadığı, tecilin hükümlülüğü ortadan kaldırmayıp sadece hükmolunan cezanın infazını belirli bir süre ertelemesi gibi hukuki bir sonuç doğuracağı; bu durumda memur olma şartlarından ( hükümlü olmama ) şartını kaybeden davacının anılan madde hükmüne uygun olarak görevine son verilmesi işleminde mevzuata aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle, oyçokluğuyla reddedilmiştir.
2- Danıştay Beşinci Dairesinin 8.2.1985 gün ve E:1982/6059, K:1985/297 sayılı Kararı ile, öğretmen olan davacının, tecil edilmiş bulunan 10 ay hapis ve 2500 TL. ağır para cezası ile mahkumiyeti nedeniyle görevine son verilmesi işlemine karşı açtığı dava, aynı gerekçeyle oybirliğiyle reddedilmiştir.
B ) 1- Danıştay Beşinci Dairesinin 20.4.1989 gün ve E:1987/2477, K:1989/698 sayılı Kararı ile Milli Eğitim Bakanlığında memur olan davacının tecil edilmiş bulunan 11 ay 25 gün hapis cezası ile mahkumiyeti nedeniyle görevine son verilmesi işlemine karşı açtığı davayı reddeden Erzurum İdare Mahkemesinin 26.1.1987 gün ve E:1985/738, K:1987/65 sayılı Kararı, Türk Ceza Kanununun tecile ilişkin hükümlerine göre, Yasanın, iyi hal ile geçirilen deneme süresinin sonunda hükümlünün nefsini islah edeceğine inanmakta, tecile liyakatı islaha karine saymakta olduğu; böyle olunca deneme süresinin dolmasını beklemeden kişiyi memuriyetten mahrum etmenin, yasanın amacına aykırı düşeceği; beş yıllık deneme süresini iyi hal ile geçiren kişinin mahkumiyeti hiç vaki olmamış sayılacağına göre, bu süre dolmadan memuriyete son verilmesinin hukuka, adalet duygusuna, eşitlik ilkesine uygun olmayacağı; tecilin, yalnız Ceza Kanunu`ndaki değil diğer kanunlardaki ehliyetsizlikleri de etkileyeceği, 657 sayılı Yasanın 48. maddesindeki mahkumiyete bağlı ehliyetsizliğin de deneme süresince ertelenmiş olacağı gerekçesiyle oyçokluğuyla bozulmuş ve işlem iptal edilmiştir.
2- Danıştay Beşinci Dairesinin 3.5.1989 gün ve E:1988/1903, K:1989/777 sayılı Kararı ile, öğretmen olan davacının tecil edilmiş bulunan 1 yıl 2 ay hapis cezası ile mahkumiyeti nedeniyle görevine son verilmesi işlemine karşı açtığı davayı reddeden Eskişehir İdare Mahkemesinin 28.4.1987 gün ve E:1986/716, K:1987/205 sayılı Kararı`nı oyçokluğuyla onayan Danıştay Beşinci Dairesinin 17.11.1987 gün ve E:1987/2789, K:1987/1545 sayılı Karar`ı, davacının karar düzeltme istemi kabul edilerek kaldırılmış, İdare Mahkemesi Kararı aynı gerekçeyle ve oyçokluğuyla bozularak işlem iptal edilmiştir.
C ) Milli Eğitim Bakanlığı`nca, içtihatların birleştirilmesi istemine dayanak olarak ileri sürülen, Danıştay Üçüncü Dairesinin 21.3.1978 gün ve E:1978/236, K:1978/280 sayılı istişari mütalaasında, ertelemenin bir hak olmayıp, cezanın infazının bir süre geri bırakılması olduğu belirtilerek memurluğu sırasında 6 aydan fazla hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkum edilip cezası ertelenen kişi hakkında 657 sayılı Yasanın 48/5 ve 98/b maddelerinin uygulanması gerekeceğine karar verilmiştir.
Danıştay Başsavcı Vekili Hayrettin Ersöz`ün konuya ilişkin düşüncesi:
6 aydan fazla hapse mahkum olmuş ve fakat bu cezası ertelenmiş bulunan memurların 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`nun 48/A-5 ve 98/b maddeleri karşısında görevlerinin sona ereceğine ilişkin mülga Mürettep 2. Daire ve 5. Daire kararları ile 1989 yılından itibaren 5. Dairede aksi yönde verilmeye başlanan kararlar arasında meydana gelmiş bulunan aykırılığın giderilmesi Milli Eğitim Bakanlığı`nca istenmektedir.
Filhakika 1989 yılına kadar ertelenmiş hükümlülüklerin memuriyetin sona ermesine engel olmayacağı hem idari uygulama hem de yargı kararları ile benimsenmiş iken 5. Dairenin son kararları ile önemli bir içtihat ve dolayısıyla uygulama değişikliği meydana gelmiş bulunmaktadır. Bu kararları süregeldiği böylece bir istikrardan söz edilebileceği düşünülebilirse de Dairede görevli üyelerin değişebileceği, mevcut iki üyenin sürekli olarak karşı oyda bulundukları, bir üyenin de 657 sayılı Kanun`un 48/A-5 de ismen sayılmış suçlar için karşı oyda bulunduğu, böylece bunların bir toplantıda bulundukları sırada son içtihada aykırı kararların çıkabileceği dikkate alındığında etkisi oldukça geniş olan bu içtihat aykırılığının, içtihatları birleştirme yoluyla giderilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
İşin esasına gelince, Devlet Memurları Kanunu`nun 48. maddesinin A-5 bendinin 276 sayılı KHK. ile değişen son şekline göre, taksirli suçlar hariç olmak üzere ağır hapis veya 6 aydan fazla hapis yahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından dolayı hükümlü bulunanlar memur olamazlar. Memuriyette iken bu suçlardan mahkum olanların aynı Kanunun 98/b maddesi gereğince memuriyetle ilişkileri kesilir.
Ancak, mahkumiyetin tecili halinde bunun memuriyet statüsünü ne şekilde etkileyeceği kanunda düzenlenmiş değildir.
Bilindiği üzere tecil hukukumuza Türk Ceza Kanunu`nun 89. maddesiyle girmiş, bilahare 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanun`un 6. maddesiyle yeniden düzenlenmiş, 1988 yılında 3506 sayılı Kanunla sınırları genişletilerek bugünkü biçimini almıştır. Buna göre bir yıla kadar ağır hapis veya iki yıla kadar hapis cezalarından biri ile mahkum olanların cezaları mahkemece ertelenebilmektedir. Bu şekilde cezası ertelenen hükümlü, beş sene içinde mahkumiyet almazsa, cezası ertelenmiş olan mahkumiyetinin esasen vaki olmamış sayılacağı Türk Ceza Kanunu`nun 95. maddesiyle hüküm altına alınmıştır. Yani erteleme süresi sonunda hükümlü hiç suç işlememiş sayılmaktadır.
Türk Ceza Kanunu`nu erteleme ( tecil ) ile ilgili bu hükümlerine temas edildikten sonra, ertelemenin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`na etkilerini araştırmak gerekmektedir. Burada hemen ifade etmek yerinde olur ki erteleme memur suçlarınada etkilidir. Ceza ertelenmekte bulunduğuna göre, cezanın sonuçlarından biri olan görevle ilişkinin kesilmesini de askıya alması doğaldır. Aksi düşünüldüğü takdirde topluma yeniden kazandırılması amaçlanarak cezası ertelenmiş bulunan memur hükümlünün memuriyet statüsü dışına çıkarılarak bazı olumsuzluklar içine atılmasında bir çelişki olmak gerekir. Diğer taraftan Türk Ceza Kanunu`nun 41. maddesi, ceza mahkumiyetinden doğan sair ehliyetsizliklerin şahsi hürriyeti bağlayıcı bir cezaya bağlı olduğu veya bir ceza mahkumiyetinin neticesi bulunduğu takdirde, cezanın ikmal edildiği veya sakıt olduğu günden başlamasını öngörmektedir. Bu duruma göre tecil edilmiş bir mahkumiyete bağlı ehliyetsizliğin deneme süresi içinde uygulanması mümkün değildir. Yeni bir suç işlemeden geçirilen deneme süresi sonunda mahkumiyet esasen vaki olmamış sayılacağından buna bağlı ehliyetsizliğin uygulanması hiçbir zaman söz konusu olmayacaktır. Memuriyetin sona ermesine neden olan ehliyetsizliğin ceza mahkumiyetine bağlı olması nedeniyle cezası tecil edilen memurun görevine son verilmeyerek, deneme süresinin sonunu beklemek gerekecektir. Süre sonunda doğacak hukuki duruma göre işlem tesis etmek hukuka daha uygun düşecektir. Ancak, bu yorumu yaparken kanun koyucunun amacına uygun bir sonuca varmanın da gerektiği ortadadır. Konumuza ışık tutması dolayısıyla bazı düzenlemelere temas etmek gerekmektedir. Nitekim Cumhuriyetin 50. yılı dolayısıyla çıkarılan 1803 sayılı Af Kanunu`nun 7/B maddesi aftan kısmen ya da tamamen yararlanan yüz kızartıcı suç faillerinin Devlet Memurları Kanunu`na tabi memuriyetlere giremeyeceklerini de belirtmiştir. Keza yukarıda açıklandığı gibi Devlet Memurları Kanunu`nun 48/A- 5 inci maddesinde sayılan suçları işleyenlerin cezaları affedilmiş olsa bile bunların memuriyete girmeleri önlenmiştir. Ayrıca 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanun`un 7/B maddesinde yüz kızartıcı suçların ertelenmiş ve erteleme süresi sonunda esasen vaki olmamış sayılması durumu da dahil, belli süre sonunda hükümlülük kaydı silinebilecek suçlar dışında bırakıldığı görülmektedir.
Görülüyor ki kanun koyucu kamu düzeni ve toplumun değer yargılarına etkileri nedeniyle bazı suçlar için farklı değerlendirmeler yapmıştır.
Tecilin memur hukukuna etkilerini araştırırken kanun koyucunun açık iradesini gözönünde bulundurmak, Devlet Memurları Kanunu`nun 48/A-5 inci maddesinde ismen sayılan suçlar için konan yasağın, hükümlülüğün tecil edilmesiyle, aşılamayacağını kabul etmek gerekmektedir.
Sonuç olarak, tecilin cezayı ve ceza dolayısıyla doğan sonuçların uygulanmasını durdurduğuna göre Devlet Memurları Kanunu`ndaki uygulamayı da erteleme süresi içinde durdurması gerektiği, ancak bu Kanun`un 48/A-5 inci maddesinde sayılan suçların bunun dışında tutulmasının uygun olacağı görüş ve mütalaasındayım.
İnceleme: İçtihatların birleştirilmesi istemine esas olan konu hakkında Danıştay Beşinci Dairesince verilen kararlar arasında 2575 sayılı Danıştay Kanunu`nun 39 uncu maddesinde öngörülen şekilde aykırılık bulunduğuna ve içtihatların birleştirilmesi gerektiğine oyçokluğuyla karar verildikten sonra işin esasının incelenmesine geçildi.
İçtihatların birleştirilmesine esas olan konu, 6 aydan fazla olup ertelenmiş bulunan hürriyeti bağlayıcı bir ceza ile mahkumiyet hükmünün Devlet memurunun görevden çıkarılmasını gerektirip gerektirmeyeceği hususuna ilişkindir.
Konuda uygulanan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`nun 48. maddesinin A-5 bendi ile 98. maddesinin ( b ) bendidir. Devlet memurluğuna alınacaklarda aranan genel ve özel şartları belirten 48. maddenin A-5 bendi 24.2.1988 gün ve 3409 sayılı Kanunla değişik en son şeklinde,
"- Taksirli suçlar hariç olmak üzere ağır hapis veya 6 aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gib yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak" hükmünü taşımakta olup aynı Yasanın 98/b maddesi de,
"Devlet memurlarının;
b ) Memurluğa alınma şartlarından herhangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan herhangi birini kaybetmesi; hallerinde memurluğu sona erer" hükmünü amir bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`nun 48. maddesinde, Devlet memurluğuna alınmanın genel ve özel şartları düzenlenmiş, genel şartları belirleyen ( A ) bendinin 5 numaralı fıkrasında memurluğa engel mahkumiyetler belirtilmiştir. Bu mahkumiyetler,
1- Ağır hapis cezasıyla mahkumiyet,
2- 6 aydan fazla hapis cezasıyla mahkumiyet,
3- Maddede ismen sayılan suçlardan mahkumiyettir.
48 inci maddenin A-5 bendi, ilk hali ile yürürlüğe girdiği 14.7.1965 tarihinden sonra dört defa ( 12.5.1982 günlü 2670 sayılı Yasa ile, 29.11.1984 günlü 243 sayılı KHK ile, 29.9.1987 günlü 276 sayılı KHK ile ve 24.2.1988 günlü 3409 sayılı Yasa ile ) değişmiş, sayılan suçların kapsamı genişletilmiş ve en son yapılan değişiklikle bu suçlardan para cezası ile dahi hükümlü bulunmak memuriyete engel kabul edilmiştir.
Aynı Yasanın 98. maddesinin ( b ) bendi hükmü gereğince 48. maddenin A/5 bendinde yazılı bir mahkumiyet, memurun görevine son verilmesini gerektirecektir.
Ancak, anılan 5 numaralı bentte mahkumiyetten söz edilmekte, bu mahkumiyetin tecil edilmiş bulunması halinde ne olacağı hakkında herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle bu boşluğun içtihatla doldurulması gerekmektedir.
Danıştay Beşinci Dairesi, içtihatların birleştirilmesi istemine konu olan kararların incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, evvelce verdiği kararlarda, tecil edilmiş olsa bile 6 aydan fazla hürriyeti bağlayıcı cezayla mahkumiyetin görevin sona erdirilmesini gerektireceğini hükme bağlamış ise de 23.2.1989 tarihinde verdiği E:1988/3190, K:1989/308 sayılı karar ile bu içtihadını değiştirmiş ve aksi yönde kararlar vermeye başlamıştır.
Sorunu çözmek için önce tecil müessesesinin incelenmesi gerekmiştir.
Tecil, öğretide ( kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların yerine konmuş bir hukuki müessese ) olarak tanımlanmaktadır.
Tecilde hakim olan fikir, fail hakkındaki cezanın infazından, muayyen müddet içinde göstereceği iyi hal neticesi feragat edilmesi, onun cezaevine konmasına yine kendi gayreti ile engel olunmasıdır. İlk defa suç işleyenlere ( veya böyle kabul edilenlere ) karşı daha merhametli davranılması, serbest hayatta tekrar tecrübe edilerek ceza infaz edilmeden dahi islah olmalarına yardım edilmesi fikri, müessesenin mahiyetini teşkil eder. Deneme müddetini iyi hal ile geçirenin, nefsini islah ettiği kanaatine dayanılmakta ve cezanın infazına gitmeden de muntazam bir hayat sürmeye alışmış olduğu karinesi kabul edilmektedir.
Tecilin gayesi üç esasta toplanabilir. Bunlar, tecilin iyi bir ceza siyaseti olması, cezaların ferdileştirilmesi vasıtası bulunması ve kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların mahzurlarını bertaraf etmesidir.
Hukuk branşları içinde Ceza Hukuku son yüzyılda büyük gelişme göstermiş, klasik ceza hukukunun korkutma ve kısas esası, göze göz, dişe diş anlayışı önemini yitirerek ikinci plana geçmiş yerini emniyet ve islah esasına terketmiştir. Mutlak kefaret yerine, failin islahını araştıran yeni telakkiler ceza hukukunda hakim olmaya başlamıştır. Failin cezalandırılması esas kaide olarak kabul edilse dahi, bazı şartlarla cezanın infazından vazgeçilebilmesi, uygun bir kefaret olarak telakki olunmaktadır. Artık suç yerine suçlu ilk plandadır. Cezalar fiile değil onu ika etmiş olan faile uydurulmalıdır. Bazı kimseler suç işlemiş olabilir; ancak kişiyi bu suça iten, suç işleme temayülü değil, içtimai zaruretler, bedeni-fikr düşkünlük halleri olabilir. Bu kişiler için infaz mutlak zaruret arzetmeyebilir. Bunların ilerde tekrar suç işleyebileceği tasavvur edilemez. Bu nedenle suçlu iyice incelenmeli, tesadüfi suçlu ile suçu itiyat edinmiş olanlar ayrılmalıdır. Bu, cezaların ferdileştirilmesi esasıdır.
Diğer taraftan modern ceza hukuku telakkilerinin hakim olmaya başladığı 19 uncu asır sonlarında, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar üzerinde de durulmuş ve bunların mahzurları söz konusu olmuştur. Bu cezaların kişiyi islah etmediği, aksine ifsat ettiği ileri sürülmüş ve kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezalar yerine konabilecek bazı müesseseler teklif edilmiştir. Bazı ülkelerin ceza kanunlarında yer alarak tatbik edilen dayak cezası, cezanın ikametgahta infazı, sürgün cezası, hürriyet tahdit olunmadan çalıştırma cezası, iyi hal kefaleti alma cezası gibi bu müesseseler yanında, ceza infazını konu olarak kabul etmiş olan bütün Milletlerarası Ceza Kongrelerinde tecil müessesesi de bahis konusu edilmiş ve mükemmel bir ceza politikası vasfını haiz olduğu, cezaların ferdileştirilmesi vasıtası bulunduğu herkesce kabul edilerek, kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların yerine konabilecek en iyi müessese olarak her kanun tarafından kabul edilmiştir.
Tecilin hukuki bünyesi hakkında, öğretide çeşitli fikirler ileri sürülmüş olup, genelde birleşilen nokta, tecilin hukuki bünyesinin teke irca edilemeyeceğidir.
Kısaca tecil, ceza kanunlarının ceza sistemini tamamlayan bir müessesedir. Bizde tecil müessesesi, Türk Ceza Kanunu`nun yürürlüğe girmesi ile 1926 yılından itibaren mevzuatımıza girmiştir. İlk başta Türk Ceza Kanunu`nda 89 uncu maddede yer almakta iken 1965 tarihli 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun`un 6. maddesinde yeniden düzenlenmiş ve 647 sayılı Kanun`un geçici 4. maddesinde ( diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz ) denmek suretiyle Türk Ceza Kanunu`nun 89 uncu maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.
Bu düzenlemede tecilin sınırı yükseltilmiş bilahare 6 ncı madde 1988 yılında 3506 sayılı Kanunla tekrar değiştirilmiş ve tecil sınırı bir kez daha yükseltilmiştir. 3506 sayılı Kanun`un gerekçesinde bu husus, ( cezaların ferdileştirilmesi prensibinin, infaz hukukumuzda mümkün olabilecek en geniş bir çerçeve içinde uygulanması amaçlanmaktadır ) denmek suretiyle açıklanmıştır.
Görüldüğü üzere, infazın yumuşatılması, suçlunun islahı ve topluma yararlı bir unsur olarak iadesinin sağlanması ilkelerini benimsemiş olan çağın görüşleri paralelinde, tecil imkanlarının çoğaltılması amacıyla zaman içinde cezanın nevi miktarına göre tecil hadlerinin yükseltilmesi yoluna gidilmekte ve mümkün olduğunca fazla suçlunun tecilden yararlandırılması, cezaevine konulmayarak cemiyet içinde yaşantısının devamının sağlanması amaçlanmaktadır.
İncelenen konu açısından, tecil müessesesinin, hukukumuzda da yer almış şekli ile bazı özelliklerine değinmek gerekir.
Bütün müelliflerin birleştiği husus, tecilin mutlak surette maddi ceza hukukuna ait olduğudur. Tecilin usul hukuku ile hiçbir alakası yoktur. Çünkü işlenmiş bulunan bir suçtan dolayı fail hakkında en verimli reaksiyon şeklinin tesbiti gayesi güdülmektedir. Tesbit edilecek reaksiyon şekli, bir usul hukuku müessesesi değildir. Tecilde, usul hukuku müessesesi vasfını görmek isteyenler, cezanın infazının durdurulduğu noktasından hareket etmektedirler. Halbuki tecil, ceza infazına değil, fert ile Devlet arasındaki ceza münasebetinin gerçekleşmesine taallük etmektedir ve uygulanırken suçlunun kişiliği ilk planda nazara alınmaktadır.
Kanunumuzda tecil, umumi hükümlerde yer alır. Bu nedenle, başka türlü hükme bağlanmamış bütün suçlarda cezaların tecili mümkündür.
Tecil bir bütündür. Tecilde suç ayrımı yapılmaz. Esas olan mahkumiyetine cinsi ve süresidir ve dikkat edilecek olan, işlenen fiilin nevi değil, failde aranan subjektif şartlardır.
Tecil bölünmez. Fail tecile ya layıktır veya değildir. Layık görülmşse hakkındaki cezaların hepsinin tecili gerekir. Fail için verilen cezanın bir kısmının tecili, bir kısmının infaz edilmesi, müessesesin fayiseyle bağdaşmaz.
Tecilin fer`i ve mütemmim cezalara etkisi, incelenen konu açısından ayrıca önem arzetmektedir. Tecziyeyi temsil eden asli cezanın yanı sıra, asliye cezaya ek ceza olarak verilen fer`i cezalar ve asli cezanın kanuni sonucu olan mütemmim cezalar da Ceza Kanunu`muzda yer almaktadır. Memuriyetten mahrumiyeti de kapsayan ( amme hizmetlerinden memnuiyet ) cezası fer`i ve mütemmim ceza olarak Türk Ceza Kanunu`nun 20 nci ve 31 inci maddelerinde hükme bağlanmıştır. Türk Ceza Kanunu`nun 1926 tarihli ilk metninde 91 inci maddede "89 uncu madde hükmü mütemmim cezalar hakkında dahi tatbik edilebilir" denildiğinden aksi sarahaten belirtilmedikçe fer`i cezalar tecil edilmemiş sayılmaktaydı. Buna rağmen TBMM`nin 16.6.1927 tarih ve 116 sayılı tefsirinde, asli cezanın tecili halinde mütemmim cezaların dahi tecili gerekeceğine karar verilmiştir. 91 inci madde 8.6.1933 tarih ve 2275 sayılı Kanunla değiştirilmiş ve bugünkü şeklini almıştır. 91 inci maddenin ( 89 uncu madde hükmü mahkeme kararında hilafı tasrih edilmedikçe fer`i cezalar hakkında da tatbik olunur ) hükmü karşısında, prensip olarak asli cezanın tecili halinde fer`i cezanın da tecil edilmiş olacağı, ancak hakimin, fer`i cezaları, kararında açıkça belirtmek kaydıyla tecil dışı bırakabileceği kabul edilmektedir. Mütemmim cezaların da aynı uygulamaya tabi olacağını müellifler belirtmektedirler.
Öğretide müellifler, fer`i cezalara ilişkin bu esasların, mahkumiyetin diğer kanunlar gereği husule getireceği başka ehliyetsizlikler bakımından da uygulanması gerekeceğini kabul etmektedirler.
İncelenen konu açısından arzettiği önem nedeniyle, tecilin sonuçlarına özellikle değinmek gerekmektedir.
Tecilin hemen beliren ilk sonucu cezaların infazına engel oluşudur. Kararda aksi yazılmamışsa fer`i cezalar da gayrıkabili infaz hale gelir. Türk hukukunun sistemine göre, tecil halinde mahkumiyetin bütün diğer neticeleri de geri bırakılır.
Ancak tecilin esas sonucu, deneme süresinin sonunda husule gelir. Bu, Türk Ceza Kanunu`nun 95 inci maddesinde hükme bağlandığı üzere ( mahkumiyetin esasen vaki olmamış sayılması ) dır.
Türk Ceza Kanunu`nun, 2.6.1941 tarih ve 4055 sayılı Yasa ile değişik 95 inci maddesi,
"I- Kabahat ile mahkum olan kimse, hüküm tarihinden itibaren bir sene içinde bir cürümden veya evvelki hükmün verildiği mahaldeki Asliye Mahkemesinin kazası dairesinde diğer bir kabahatten dolayı aynı cinsten veya daha ağır bir cezaya,
II- Cürüm ile mahkum olan kimse hüküm tarihinden itibaren beş sene içinde işlediği diğer bir cürümden dolayı evvelce verilen ceza cinsinden bir cezaya yahut hapis veya ağır hapis cezasına mahkum olmazsa cezası tecil edilmiş olan mahkumiyeti esasen vaki olmamış sayılır. Aksi takdirde her iki ceza ayrı ayrı tenfiz olunur." hükmünü amirdir.
Deneme süresi sonunda, mahkumiyetin vaki olmamış sayılması halinde failin durumu açık bulunmaktadır. Mahkumiyet hukuken nazara alınmayacak, kaldırılmış olacaktır. Bundan sonra, evvelki mahkumiyet nedeniyle memur kişinin memuriyetine son verilmesi mümkün değildir. Danıştay Beşinci Dairesi, oybirliğiyle verdiği kararlarda, deneme süresini iyi hal ile geçiren ve mahkumiyeti esasen vaki olmamış sayılan kişinin, görevine son verilemeyeceğini içtihat etmiş ve bu içtihat istikrar kazanmıştır.
Mahkumiyetin esasen vaki olmamış sayılması hususu, tecil müessesesini esasını teşkil etmektedir. Tecilin esas gayesinin sadece infazın geri bırakılması olmadığı, mahkumiyetin ortadan kalkmasına yönelik olduğu o kadar açıktır ki, aşağıda belirtilen bazı durumlarda tecilin uygulanabileceğini kabulü bunu göstermektedir.
- Tutuklu olarak, ceza tamamen veya kısmen çekilmiş olabilir. Cezanın tamamen çekilip, infaz edilecek ceza kalmamış olsa bile tecil kararı verilebileceği, öğretide, bütün müellflerce kabul edildiği gibi, Yargıtay Ceza Genel Kurulu`nun 12.1.1944 tarih 81 sayılı Kararında da benimsenen bu görüş, bu güne kadarki kararlarla müstakar hale gelmiş bulunmaktadır.
Tutukluluğun mahsubu sonucu bir kısım infaz edilecek ceza kalmışsa, yalnız bu kısmın değil, cezanın tümü hakkında tecil kararı verilebileceği, tecilin tecezzi kabul etmeyeceği kaidesi uyarınca Yargıtayca kabul edilmektedir.
Bu görüşün esası, Kanunumuzun ( şarta bağlı mahkumiyet ) sistemini benimsemiş olması ve tutukluluğun mahsubundan sonra dahi tecilin konusunun kalmış bulunmasıdır.
- Özel af, cezayı tamamiyle kaldırmış olsa bile tecil kararı verilebilmekte, zira bu iki müessesenin konularının ayrı olduğu, özel affın konusu ( ceza ) iken, tecilin konusunun ( mahkumiyet ) olduğu kabul edilmektedir.
Görülmektedir ki, tecil, mahkumiyeti kaldırıcı sonucu nedeniyle, infazı aşan bir nitelik arzetmektedir.
Tecil müessesesinin mahiyeti icabı müeccel cezaların adli sicildeki durumlarının, infaz edilmiş cezalardan farklı olarak failin lehine olmak üzere düzenlenmesi ihtiyacı duyulmuştur.
Hukukumuzda adli sicildeki kaydın silinmesi hususu, 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun`un 7. maddesinde hükme bağlanmıştır. Maddenin ilk şeklinde, tecil edilmiş cezaların silinmesi yer almamış iken, madde 1967 yılında 879 sayılı Kanun ile değiştirilmiş ve "Türk Ceza Kanunu`nun 95 inci maddesindeki süre geçtikten sonra suçun yok olacağı, Kanunun vaki olmamış addettiği" gerekçesiyle tecil edilmiş cezaların, deneme süresi sonunda adli sicil kaydından silinmesi hükmü getirilmiştir.
Yukarıdan beri mahiyeti, amacı incelenmiş olan tecil müessesesinde esas, kişiyi cezaevine sokmadan bir süre cemiyet içinde, ailesinden ve işinden koparmadan denemek, iyi hal gösterdiği takdirde mahkumiyetini yok saymaktır. O halde kişinin mahkumiyeti deneme süresince askıya alınmış durumdadır. Tecil edilmiş mahkumiyeti bulunan memur kişi için de aynı durum söz konusudur. Bu kişinin, sırf kesinleşmiş mahkumiyeti nedeniyle deneme süresi bitmeden görevine son vermek en başta, tecilin gayesi ile bağdaşmaz.
İkinci olarak eşitliğe aykırı olur. Zira Türk Ceza Kanunu`nun 95 inci maddesi uyarınca, deneme süresi geçmiş ve böylece mahkumiyeti ortadan kalkmış bir memuru, idarenin sonradan farketmesi halinde artık görevine son veremeyeceği Danıştay Beşinci Dairesinin müstakar kararlarıyla da kabul edilmekte bulunmasına göre, deneme süresinin bitmesine az bir süre kalan memurun görevine son verilmesi, bir süre sonra aynı hukuki statüde olacak kişiler arasındaki eşitliği bozar. İdarenin erken veya geç harekete geçmesi sonucu oluşabilecek bu telafisi imkansız eşitsizlik, ancak deneme süresi sonuna kadar beklemek, tecilin düşmesi halinde kişinin görevine son vermek suretiyle düzeltilebilir.
Ve nihayet, böyle bir işlemde kamu yararından da söz etmek mümkün değildir. İdare Hukukunun esasını teşkil eden kamu hizmeti kamu personeli eliyle görülür. Hümanist doktrinin hakim olmaya başladığı ve kamu personelinin çalışma hayatında birçok yönlerden durumu iyileştirilerek garantili ve sağlam bir statüde olmasına çalışılıp, böylece kamu hizmetinin de en iyi biçemde görülmesinin amaçlandığı çağımız görüşlerine aykırı olarak, görevini başarıyla sürdürmekte olan kişinin sırf mahkumiyeti nedeniyle, bu mahkumiyetin tecil edilmiş olduğu ve bir süre sonra büyük bir ihtimalle yok sayılacağı gözardı edilerek, görevine son verilmesinde kamu yararından söz edilemez.
657 sayılı Kanun`un 48 inci maddesinin A/5 bendinde, memuriyete engel suçların sayılmış ve bunlardan mahkumiyetin ( affa uğramış olsalar bile ) Devlet memurluğuna engel teşkil ettiğinin hükme bağlanmış olması karşısında, bu suçlandan dolayı verilmiş ve tecil edilmiş bir mahkumiyetin, görevin devamını gerektirip gerektirmeyeceği üzerinde ayrıca durulmuştur.
Burada incelenmesi ve belirlenmesi gereken hususun, maddede sayılan suçlardan biri ile mahkum olup, affa uğramş kişi ile, aynı suçtan mahkum olup cezası tecil edilmiş kişi arasındaki fark olduğu açıktır. Bu fark, kişilere uygulanan ( af ) ve ( tecil ) müesseseleri arasındaki farktan doğmaktadır.
Af-ki maddede bahse konu olan, cezaya müesssir olan özel af değil, mahkumiyeti kaldıran genel aftır-gerçi mahkumiyeti, onun neticelerini hatta suç vasfını kaldırır ama afta nazara alınan, fail değil ( suç ) tur. Kanunla bazı suçlar ve bunlara ilişkin mahkumiyetler ve sonuçları bir atıfet olarak affedilmiştir. Tecilde ise esas olan kişidir. Hakim, tecil kararı verirken, fail hakkındaki subjektif şartları incelemiş, yani faili incelemiş, onun tesadüfi suçlu olduğunu tesbit etmiş, onu cemiyetten ayırmamak istemiş ve cezasını tecil etmiştir. Verilen tecil kararında bunlar nazara alınmıştır.
Tecilin bir bütün olduğu kaidesi uyarınca, tecilde esasen suç uyarımı yapılmaz. Bu nedenle tecil edilmiş bir mahkumiyet hükmünün memuriyetin devamına etkisi konusunda da mahkumiyet nedeni olan suçun nevi gözönüne alınamaz ve bu hususta bir ayrım yapılması mümkün değildir.
Yukarıdan beri açıklandığı üzere, tecilin gayesi, bölünmezliği, fer`i ve mütemmim cezalara ve mahkumiyetin sonucu olarak diğer kanunlarda yer alan sair ehliyetsizliklere etkisi ve infazı aşan sonuçları gözönüne alınarak ve hukukun bütünlüğü ilkesine de uygun olarak, 657 sayılı Kanun`un 48 inci maddesinin A-5 bendindeki boşluğun doldurulması gerekmektedir.
Anılan maddede memurluğa engel mahkumiyetler, yukarıda açıklandığı üzere, üç gruba ayrılabilecek şekilde belirtilmiştir.
İçtihatların birleştirilmesi istemine konu olan kararlar 6 aydan fazla hürriyeti bağlayıcı cezayla mahkumiyet nedeniyle tesis edilmiş olan işlemlerden doğan uyuşmazlıklara ilişkin bulunması sebebiyle istem bu şekliyle Kurulun huzuruna gelmiş ise de Kurulca inceleme, genel olarak ( tecil edilmiş mahkumiyet ) e ilişkin olarak yapılmış bulunduğundan, gerek ağır hapis cezasıyla mahkumiyet, gerekse maddede ismen sayılan suçlardan dolayı mahkumiyetler de bu kararın kapsamında bulunmaktadır.
Diğer taraftan, maddede ismen sayılan suçlardan ( hürriyeti bağlayıcı ceza ile hükümlü bulunmamak ) ibaresi önce 29.9.1987 gün ve 276 sayılı KHK ile, daha sonra 24.2.1988 gün ve 3409 sayılı Yasa ile ( hükümlü bulunmamak ) şeklinde değiştirilmiş ve bu hali ile, sayılan suçlardan para cezası ile dahi hükümlü olmak memuriyete engel sayılmıştır. Ancak, yukarıdaki açıklamalarla varılan sonuca göre, bu suçlardan dolayı verilip para cezasına çevrilmiş olan bir mahkumiyetin de tecil edilmiş bulunması durumunda Devlet memurunun görevden çıkarılmasını gerektirmeyeceği açıktır.
SONUÇ: Ertelenmiş bulunan bir mahkumiyet hükmü nedeniyle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`nun 48-A-5 ve 98/b maddeleri uyarınca Devlet memurunun görevine son verilmeyeceğine ve İçtihadın Danıştay Beşinci Dairesinin 20.4.1989 gün ve E:1987/2477, K:1989/698 sayılı ve 3.5.1989 gün ve E:1988/1903, K:1989/777 sayılı kararları doğrultusunda birleştirilmesine 15.11.1990 gününde birinci toplantıda üye tam sayısının salt çoğunluğu ile karar verildi.
-AZLIK OYU-
X- İçtihatların birleştirilmesi istemine konu teşkil eden kararlardan Danıştay İkinci Mürettep Dairesinin 26.5.1981 gün ve 1981/2407 sayılı Kararı ve Danıştay Beşinci Dairesinin 8.2.1985 gün ve 1985/297 sayılı Kararı ile, gene Danıştay Beşinci Dairesinin 20.4.1989 gün ve 1989/698 ve 3.5.1989 gün ve 1989/777 sayılı kararları arasında içtihat farklılığı bulunduğu açık ise de; Danıştay Başkanlar Kurulunun 7.4.1980 gün ve 5 sayılı Kararı ile kurulmuş ve Beşinci Dairenin görevlerinden bir kısmını, bu arada ( göreve son verme ) ile ilgili davaları çözümlemekle görevlendirilmiş olan İkinci Mürettep Dairenin 2575 sayılı Danıştay Kanunu ile kalkmış ve anılan Kanunun geçici 8 inci maddesi uyarınca elindeki işlerin tekrar Beşinci Daireye devredilmiş bulunması nedeniyle halen bu daire varlığını sürdürmediği gibi, eşinci Daire de söz konusu uyuşmazlıklarda önceki içtihatını 23.2.1989 tarihinde verdiği E:1988/3190, E:1989/308 sayılı Kararı ile değiştirmiş ve bu tarihten itibaren verdiği muhtelif kararlarla artık içtihadı yerleşmiş ve istikrar kazanmış bulunduğundan içtihatların birleştirilmesine gerek olmadığı görüşüyle Kararın bu kısmına karşıyız.
-AZLIK OYU-
XX- Tecil, Türk Ceza Hukukunda 1.3.1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu`nun 89 uncu maddesiyle yer almıştır. Bu madde 1933 tarih ve 2275 sayılı Yasa ile değişikliğe uğradıktan sonra 13.7.1965 tarih ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun`un 6 ncı maddesiyle sonuç olarak yürürlükten kaldırılmış, tecil hükümleri bu tarihten sonra Cezaların İnfazı Hakkında Kanun`un 6 ncı maddesinde yer almıştır. Bu madde hükmü de 7.12.1988 tarih ve 3506 sayılı Yasa ile değişikliğe uğrayarak ertelenecek ceza süreleri arttırılmıştır.
647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun`un sözü geçen 3506 sayılı Kanunla değişik 6 ncı maddesinde; Adliye Mahkemelerince, para cezasından başka bir ceza ile mahkum olmayan kimsenin, işlediği bir suçtan dolayı ağır veya hafif para veya ( 1 yıl dahil ) bir yıla kadar ağır hapıs veya ( 2 yıl dahil ) 2 yıla kadar hapis veya hafif hapis cezalarından biriyle mahkum olması halinde, geçmişteki haline ve suç işleme konusunda eğilimine göre -cezanın ertelenmesinin ilerde suç işlemekten çekinmesini etkileyeceğine mahkemenin kanaat getirmesi durumunda- bu cezanın ertelenmesine hükmolunabileceği ve ertelemenin sebebinin hükümde yazılacağı belirtilmiş, maddenin son fıkrasında da, bazı suçlara ilişkin cezalar ile askeri suçlar ve disiplin suçlarına ilişkin cezaların ertelenemeyeceğine ilişkin özel kanun hükümlerinin saklı olduğu hükmü getirilmiştir.
Türk Ceza Kanunu`nun 95 inci maddesinin ikinci fıkrasında da, cürüm ile mahkum olan kimsenin hüküm tarihinden başlayarak beş yıl içinde işlediği diğer bir cürümden dolayı evvelce verilen ceza cinsinden bir cezaya yahut hapis veya ağır hapis cezasına mahkum olmaması durumunda, cezası tecil edilmiş olan mahkumiyetinin esasen vaki olmamış ( hiç mahkum olmamış ) sayılacağı aksi takdirde her iki cezanın ayrı ayrı yerine getirileceği belirtilmiştir.
Madde metinlerinin incelenmesinden anlaşılacağı üzere ertelemenin ( tecil ) konusu -mahkumiyet- değil, cezanın yerine getirilmesidir. Hakime suçlunun kişiliğine bakarak vardığı kanaate göre kanunda sınırları belirtilen cezaya mahkumiyet durumunda cezanın yerine getirilmesini koşullu olarak erteleme yetkisi verilmektedir. Suçlu beş yıl içinde aynı türden bir suç işleyip mahkum olmazsa koşul lehine işleyip mahkum olmamış sayılarak cezası ortadan kalkacak, beş yıl içinde yeniden suç işler, mahkum olursa koşul aleyhine gerçekleşip her ceza ayrı ayrı yerine getirilecektir. Kısaca mahkumiyet ertelenmemekte, ancak cezanın yerine getirilmesi ( infaz ) ertelenmektedir.
Bir başka deyimle tecil mahkumiyetin esasını erteleyici veya kaldırıcı bir yargılama aracı değil ancak infazı belirli koşullara bağlı olarak erteleyen bir yargılama aracıdır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu`nun 48 inci maddesinin 29.9.1987 gün ve 276 sayılı KHK ile değişik A/5 numaralı bendinde, Devlet memurluğuna girebilmek için taksirli suçlar hariç olmak üzere ağır hapis veya 6 aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı bir suçtan veya istimal veya istihlak ( kullanma ve tüketim ) kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak gerektiği belirtildikten sonra 98 inci maddesinin ( b ) bendinde de, memurluğa alınma şartlarından herhangi birini taşımadığı sonradan anlaşılan veya memurluğu sırasında bu şartlardan erhangi birini kaybeden memurun memurluğunun sona ereceği hükmü getirilmiştir.
Görüldüğü gibi 657 sayılı Kanun`un 48/A-5 maddesinde, memur olabilmek için bu maddede sayılan nitelikteki suçlardan belirtilen sürelerden fazla hükümlü bulunmamak gerektiği belirtilmiştir.
Cezası ertelenen kimsenin hükümlülük durumu sürdüğünden, hükümlülüğü kalkmadıkça memur olma koşullarına taşıdığından söz etme olanağı yoktur.
Çoğunluk Kararında, tecilin, Ceza Hukukundaki insancıl yaklaşımlardan kaynaklandığı, topluma kazandırılacak bir kimsenin toplumdan koparılmaması yolunda ona bir şans verme amacı güdüldüğü, tecilde hakimin kişisel değerlendirmeye de yer verdiği görüşlerine yer verilmiştir.
Bu fikirlere katılmamak elde değildir. Ancak, Ceza Hukukundaki hümanizma ve insancıl yaklaşımlar suçluya belirli koşulların varlığı halinde hükümlülük süresini cezaevi yerine ailesi yanında veya toplum içinde geçirme olanağını sağlamakla sınırlıdır.
Personel Hukuku, kamu personelinin hizmete alınması, hizmette tutulması ve hizmetten çıkarılmasının objektif kurallarla düzenlenmesi ilkesine dayanır. Bu düzenlemeyi yaparken de personelin seçiminde bir kısım nitelikler araması doğaldır. idari yargıda, idarenin işlemi denetlenirken idareni objektif kurallarla saptanmış ölçütlere uyup uymadığı denetlenir. Personel Hukukumuzun başlıca pozitif uygulaması olan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu da, Ceza Hukuku ilkeleri dışında kamu hizmetinin özelliğini göz önüne alarak ( affa uğramış olsalar bile ) belirli suçlardan mahkum olmayı veya belirli sürelerden fazla mahkum olmayı kamu hizmetine girmek için engel saymıştır.
Tecil edilmiş cezanın memuriyete engel olmadığının kabulüyle objektif ölçütlerden uzaklaşılarak, hakimin subjektif değerlendirmesine itibar etmek gibi bir kural benimsenmiş olmaktadır. Böyle bir subjektif anlayış ise Personel Hukukunun objektif niteliğiyle bağdaşmaz. Diğer taraftan bu ilkenin benimsenmesi personel arasında eşit olmayan uygulamalara da yol açar. Zira mahkumiyeti bütün sonuçlarıyla ortadan kaldıran genel aftan yararlanmış, bir güne veya 10 liraya mahkum bir hırsızlık suçu hükümlüsünün 657 sayılı Kanun8un 48 inci maddesi karşısında memurluk niteliğinin bulunmadığı kabul edilirken, 2 yıl hapis cezasına mahkum, ancak cezsaı ertelenmiş bir hırsızlık suçu hükümlüsünün memur olma niteliğinin bulunduğu kabul edilmektedir. Personel Hukuku açısından bir değerlendirme yapıldığında asıl böyle bir anlayış adalet ve hümanist anlayışla bağdaşmadığı gibi kamu hizmetinin niteliğiyle de bağdaşmaz.
Özet olarak Ceza Hukuku ve Personel Hukuku alanları birbirinden farklıdır. Tecil, Ceza Hukuku alanıyla ilgilidir. 657 sayılı Kanun, personelin nitelikleri açısından özel hükümler getirmiş olup belirli süre ve nitelikteki hükümlülüğü memurluğa engel saymıştır. Örnek olarak aynı Kanun`un disipline ilişkin 131. maddesinde, aynı olaydan dolayı memur hakkında Ceza Mahkemesinde kovuşturmaya başlanmış olmasının disiplin kovuşturmasını geciktiremeyeceği, memurun Ceza Kanunu`na göre mahkum olması veya olmaması hallerinin disiplin cezasının uygulanmasına engel olamayacağı belirtilmiştir. Çünkü ceza kovuşturması Ceza Hukuku, disiplin kovuşturması Personel ( idare ) Hukukuyla ilgilidir. Pozitif hukukumuzda, cezası tecil edilmiş kimseyi ( mahkum ) saymamak olanaksızdır.
Bu nedenlerle 657 sayılı Kanun`un 48 inci maddesinin A/5 fıkrasında belirtilen tür ve sürelerde mahkum olan personelin cezası ertelense bile aynı Kanun`un 98/b maddesi gereğince memurluklarının sona ereceğinin kabulü gerektiğinden İçtihadın Beşinci Dairenin 1989 yılından önceki kararları, örneğin E:1982/6059, K:1985/297 sayılı Kararı doğrultusunda birleştirilmesinin uygun olacağı görüşüyle çoğunluk kararına karşıyız.
AZLIK OYU
XXX- Başsavcılık düşüncesinde belirtilen gerekçe ile Devlet Memurları Kanunu`nun 48/A-5 maddesinde ismen sayılmış bulunan suçlara münhasır olmak üzere çounluk Kararına katılmıyorum.