Danıştay Dördüncü Daire
Ortaklarca, ticari işletmeden çekilen arsaların emsal bedelleri takdir esasına göre tespit olunacaktır. Olayda, yükümlünün de hissedarı iken 31.12.1972 tarihi itibariyle faaliyetine son verilen adi ortaklıktan, işletmeye kayıtlı bir kısım arsalar ortaklarca maliyet bedeli ile çekilmiş ve yapılan vergi incelemesinde bu durum tenkit konuşu edilerek, arsaların emsal bedeliyle ve Vergi Usul Kanunu'nun 267. maddesinde yer verilen takdir esasına göre değerlenmesi gerektiğinden bahisle belirlenen ve takdire konu edilen fark üzerinden hisseler itibariyle re'sen kaçakçılık cezalı tarhiyat önerilmiştir. 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 38. maddesiyle bilanço esasına göre ticari kazancın, teşebbüsteki özsermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki olumlu fark olduğu, bu dönem zarfında sahip veya sahiplerince işletmeden çekilen değerlerin bu farka ekleneceği, bu suretle yapılan tespit sırasında Vergi Usul Kanunu'nun değerlemeye ilişkin hükümleri ile bu Kanunun 40 ve 41. maddesi hükümlerine uyulacağı kurala bağlanmıştır. Aynı Kanunun 41. maddesinin 1. bendinde ise, teşebbüs sahibinin işletmeden çektiği paralar ile aynen aldıkları sair değerlerin gider olarak indirilemeyeceği, aynen alınan bu değerlerin emsal bedeli ile değerlenerek teşebbüs sahibinin çektiklerine ilave olunacağı belirtilmiştir. Emsal bedelin tayinine ilişkin esasların yeraldığı Vergi Usul Kanunu'nun 267. maddesinde ise emsal bedel, gerçek bedeli belli olmayan veya bilinmeyen veyahut doğru olarak tespit edilemeyen bir malın.değerleme gününde satılması halinde emsaline nazaran haiz olacağı değer olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlama ile emsal bedele, rayiç değere eş bir değer verildiği açıktır. Bu nedenle gayrimenkullerin değerlenmesinde 267. maddenin bir ve ikinci sıralarında yer alan ortalama fiyat esası ile maliyet bedelinin esas olarak alınmasına olanak bulunmadığı ortaya çıkmaktadır. Anılan madde hükmünden anlaşılacağı üzere emsal bedel malın satış bedeli yerine geçecek bir ölçü niteliğinde olup, malın maliyet bedeli veya iptidai maddelerin değerinin doğrudan emsal bedeli olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır. Ayrıca takdir esasına göre emsal bedeli saptanırken, emsal bedelinin bir satış bedeli olduğu düşünülerek takdirde kullanılacak donelerin gerçek satış fiyatının tespitine yönelik bulunması gerekmektedir. Belirtilen çerçevede yapılacak değerlemede işletmeden çekilen malın ortaklarca şahsi servete ya da yükümlü vekilince ileri sürüldüğü gibi şahsi işletmeye dahil edilmesinin önemi bulunmamaktadır. Bu durumda, ortaklarca işletmeden çekilen arsaların Vergi Usul Kanunu'nun 267. maddesinin emsal bedelinin tayinine ilişkin üçüncü sırasında yer alan takdir esasına göre ve vergi incelemesinde yukarıda değinilen açıklamalara paralel olarak verilen donelerden hareketle yapılan değerleme ve bu çerçevede belirlenen matrah farkı üzerinden yapılan tarhiyat anılan yasa hükümlerine uygun olduğundan aksi yöndeki gerekçeye dayalı yerel mahkeme kararında isabet görülmemiştir. Ancak, temyiz cevap dilekçesinde yükümlünün vefat ettiği belirtilerek dilekçe varis vekilince verildiği anlaşıldığından, Vergi Usul Kanunu'nun ölüm halinde vergi esasinin düşeceğine ilişkin hükmü içeren 372. maddesi uyarınca kesilen kaçakçılık cezasının terkini gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kısmen kabulüyle Vergi Mahkemesi kararının bozularak, tarhiyatın onanmasına, kesilen kaçakçılık cezasının ise terkinine oybirliğiyle karar verildi.